
Ülkemizde hepimizin hayatını etkileyen olumsuz gelişmelerin listesi ne yazık ki oldukça uzundur. 80’li yılların başında sosyal devleti ortadan kaldırmak ve ekonomiyi sermaye guruplarının isteklerine göre yeniden şekillendirmek için 24 Ocak 1980 de “24 Ocak Kararları” ilan edilmiştir, Araştırmacı gazeteciliğin öncüsü ve aydınlık bir kalem olan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te aracına bomba yerleştirilerek öldürülmüştür. 24 Ocak Uğursuzluğu bizi Uğur’suz bıraksa da Uğur Mumcu gibi bir değer fiziken aramızda olmamasına karşın, araştırmacı gazetecilik kavramının en önemli ismi olarak, korkusuz bir kalem olarak, mücadelesiyle yaşamaya devam etmektedir.
70’li yılların sonuna gelindiğinde emperyalist-kapitalist sistem dünya genelinde ciddi bir kriz yaşamaktaydı. Kapitalizm, krizin başlıca nedeni olarak, sosyal devlet uygulamalarını görmekte ve çalışan kesimlerin sahip olduğu hakları öne sürerek ve bunlardan kurtulmayı amaçlamaktaydı. Ancak Türkiye özelinde örgütlü ve yükselen toplumsal muhalefetin buna engel olduğuna inanıyordu. Topluma açıklanan gerekçe olarak da “üretimin azalması ve karaborsacılık oluşması nedeniyle ortaya çıkan istikrarsızlığı gidermek amacıyla kamu harcamalarını sınırlandırmak, döviz kurlarını serbestleştirmek” gibi toplumu kıskaç altına almayı öngören kararlar ilan edilmişti. Açıkça yazılı olmasa da ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların geriletilmesi, dünya genelinde dile getirilmeye başlanan ekonomik liberal model çerçevesinde kamusallığın ortadan kaldırılması da başlıca hedefler arasındaydı.
24 Ocak Askeri Darbenin Yol Temizliğidir
24 Ocak Kararlarının uygulamaya sokulmasına paralel olarak özellikle yoksul toplum kesimleri ve gençlik arasındaki ayrışmalar ve çatışmalar hızlandırıldı. Hem 24 Ocak Kararlarını uygulamak hem de Sosyal Devletin sağladığı hakları budamak için yükselen-örgütlü muhalefetin bastırılması gerekiyordu. 12 Eylül Darbesi’ne giden yolun yapı taşları bu şekilde döşenmişti. 24 Ocak kararlarının ilanından yaklaşık 8 ay sonra askeri darbe ile yönetime el konulmuş, aksak işleyen demokrasi rafa kaldırılmış, meclis feshedilmiş, siyasi parti liderleri gözaltına alınmış, toplumsal muhalefetin öncü güçleri yapılan operasyonlarla yakalanarak işkence hanelerde işkenceye tabi tutulmuş, bütün yasal örgüt ve dernekler kapatılmıştır.
1982 yılında yapılan referandum ile ülkemiz tarihinin en demokratik Anayasası olan 1961 Anayasası yerine antidemokratik Anayasa uygulamaya sokulmuştur. 90’lı yıllarda yapılan ve her seferinde “demokratikleşme” sözleriyle süslenen kısmi Anayasa değişiklikleriyle de yetinilmemiştir. Asli dönüşüm ise 12 Eylül Hukuku ile Hesaplaşma yalanlarıyla pazarlanan 2010 Anayasa Referandumu ile antidemokratik özüne dokunulmamış ve 2017 Başkanlık Referandumu ile darbe döneminin baskıcı özüne hiç dokunulmamış ve bugünkü anti-demokratik ortam oluşturulmuştur.
Ancak demokratikleşme talebi geçmiştekinden daha fazla yakıcı hale gelmiştir. Örtülü olarak yürütülen yeni Anayasa çalışmalarıyla kırıntı düzeyindeki haklar da kaldırılarak ve otokratik bir sultanlık rejimine geçiş hedeflenmektedir. Bugüne kadar demokrasi(!) anlayışları ile ve yaptıkları yasa değişiklikleri ve uygulamaları, yapacaklarını da göstermektedir. Bir ülkenin anayasası toplum kesimleri arasında bir büyük oranda mutabakat gerektirirken, %50+1 ile toplumsal barışın sağlanması mümkün değildir.
Örgütsüz Halk Köleleştirilir!
45 yıl aradan sonra 24 Ocak’ı anlamak için 80’li yıllarda başlayan ekonomide liberalleşeme söylemlerinin/politikalarının ve özellikle AKP iktidarında uygulanan özelleştirme uygulamalarının sonuçlarına bakmak yeterli olacaktır. Kamusal mülkiyetin ortadan kaldırıldığı, sosyal devletin sağladığı hakların tamamen budandığı, çalışanların güvencesiz ve düşük ücretle çalışmak zorunda kaldığı bir ortamdayız.
Büyük ve yandaş şirketlerden alınmayan vergiler nedeniyle boşalan devlet hazinesi nedeniyle yatırım yapamaz hale getirilirken özel sektöre daha pahalı ve uzun dönem ödeme garantili yatırımlar yaptırıldığı, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, haberleşme hizmetlerinin ticarileştirildiği bir sürece geri dönülmesi zor bir şekilde girilmiştir. Sermaye 24 Ocak 1980’den bu yana toplumun kaybına yol açacak şekilde acı reçeteler ekmiş, yıllardır olduğu gibi bugün de bunları toplamaktadır.
Geçmişin sık kullanılan deyimiyle “kökü dışarda” 24 Ocak Kararları ile 45 yıldır bir yandan otoriter ve antidemokratik, diğer yandan da adaletsiz bir gelir dağılımı ve bölüşümüne mahkum edilen bir ülkede yaşamak zorunda bırakıldık. Bu çağdışı ortamın egemenler açısından en büyük avantajı örgütsüz bir toplum yaratabilmiş olmalarıydı. Toplum olarak, toplumun iyi eğitim almış mühendisleri-mimarları başta olmak üzere zincirlerimizden başka kaybedeceğimiz bir şeyimizin kalmadığını fark edip ayağa kalkmak ve örgütlenmek tek seçeneğimizdir.
EMO Ankara Şubesi – Demokrat Mühendisler
24 Ocak 2025
İlk Yorumu Siz Yapın